Ana SayfaYazarlarİz Sürmenin Değil İz Bırakmanın Peşinde: Burçe Bekrek

İz Sürmenin Değil İz Bırakmanın Peşinde: Burçe Bekrek

 Onun tasarımlarına göz ucuyla bile bakmış olmanız yeterli hemen kendi dünyasına çekiveriyor sizi. Sadece bakmanın ötesinde "görmeyi", almaktan çok "sahip olmayı" isteyeceğiniz tasarımlar Burçe`nin ellerinde hayat bulurken onu bir adım daha yakından tanımak istiyor insan. 

Peki onu farklı kılan ne? Instituto Marangonide " Styling " üzerine aldığı eğitimle şekillenen tasarımları mı yoksa mezun olur olmaz ayağının tozuyla aldığı " En iyi Gelecek Vaad Eden Tasarımcı" ödülü mü ya da kendinde sınırlı kalmıyıp verdiği " Moda Editörlüğü " dersleriyle bildiklerini öğrencilerine aktaran bir öğretmen oluşu mu?

Ben merakıma yenik düşerek onu tam anlamıyla soru yağmuruna tuttum ve karşılığında kestirmeden cevaplar yerine bir şeylerin altını çizen, perdenin ardındakileri göstermek isteyen, sınırlı bakış açılarının önündeki sis i kaldıran cevaplar aldım.

Umarım bu taze kan`ın anlattıkları, fikirleri ve hedefleri aslında Türkiye`nin genç yetenekler konusunda ne kadar şanslı olduğunu, herkese her ünvanın kolayca dağıtılmaması gerektiğini bir kez daha hatırlatır ve bir şeyler değişir.

 Burçe Bekrek kimdir? 

2005 senesinde Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tekstil ve Moda Tasarımı bölümünü dereceyle bitirip İtalya`ya yerleştim. İtalya`da imaj danışmanlığı eğitimi aldıktan sonra Instituto Marangoni`de Fashion Styling masterına kabul edildim. Dolce&Gabbana`nın Marangoni bünyesinde açtığı bir styling yarışmasını kazanıp, dereceyle mezun olduktan bir süre sonra orada yakaladığım iş imkanlarına rağmen Türkiye`ye dönmeye ve markamın adımlarını kendi ülkemde atmaya karar verdim. Döner dönmez bir denim markasının bünyesinde “designer ve commercial stylist” olarak çalışmaya başladım. Aynı zamanda aile şirketimiz olan Burçe Tekstil`deki “concept ve trend danışmanlığı” işime de o dönem başladım. 2008 yılında Fashion Tv’den “En İyi Gelecek Vaad Eden Tasarımcı” ödülünü alınca kendi markamı oluşturmanın zamanının geldiğine inanıp çalışmalara başladım. Marka lansmanını 2010 yılında yaptığımı düşünecek olursak arkasında 2 senelik bir emek olduğunu söyleyebilirim. 2008 yılından beri aynı zamanda akademik kariyer yapıyor, Yeditepe Üniversitesi Moda ve Tekstil Tasarımı bölümünde Moda Editörlüğü dersleri veriyorum.

2008 yılında aldığın “En İyi Gelecek Vaad Eden Tasarımcı” ödülünden sonra hayatında ve vizyonunda neler değişti?

Başarı havai fişek gibidir. Patladığı an izlemesi keyiflidir, lakin bir kaç dakika sonra büyüsü gider. Beni çok fazla motive ettiğini ve cesaretlendirdiğini söyleyebilirim ama ödülü alıp “Tamam ben oluyorum.” demedim. Tam tersine, mükemmelliyetçi bir yapıya sahip olduğum için üzerime çok fazla sorumluluk yükledi. Artık büyük düşünmek zorunda olduğumu hissettirdi. İlk şahsi adımın olabilecek en iyisi olması gerektiği hissine sürükledi. Kendi markam için daha ağır ve emin adımlarla ilerlemem bu sebeptendi.

Tasarımcı kimliğinin yanında, Styling alanında da oldukça başarılısın. Peki Burçe Bekrek için ağır basan hangisi?

İkisi de birbirinden ayrılmaz bir bütün benim için. Bilinçli bir şekilde yaptım Styling masterını. Tasarım üzerine okuyabilirdim. Ama Fashion Styling okumam, yaratım sürecime ek bir değer kattı. Logomdan, kurumsal kimliğime, imaj kataloglarının stiline kadar kendim yapabiliyorum çünkü beynimin bir yanı stylist, öbür yanı ise tasarımcı olarak çalışıyor. Styling alt yapım nedeniyle tasarım sürecim de biraz tersten işliyor. Ben önce total look hayal edip ardından bu bütünü oluşturabilecek parçaların tasarımına yöneliyorum. Bir nevi “Burçe Bekrek” markası için hazırladığım koleksiyonda giysi tasarımından öte stil tasarımı yaptım diyebiliriz aslında. Koleksiyondaki 63 parçanın birbirleriyle kombinlenip farklı durumlara göre yeni stiller oluşturabilmesi de bu kafadan doğuyor.Dolayısıyla bu marka sadece moda önerileri değil aynı zamanda bir yaşam stili sunmayı hedefliyor.

Instituto Marangoni’de masterını yaptıktan sonra İstanbul’a döndün. O, seni nasıl karşıladı? Bıraktığın gibi miydi?

O süreç biraz ağır geçti benim için. Ciddi gel-gitler yaşadım. O dönem İtalya’nın içinde bulundugu karanlık tablo, kriz vs. beni kendi ülkemde çırpınmanın daha faydalı olacağı kanısına vardırdı. Istituto Marangoni tarafından bizzat gönderildiğim çok büyük markaların iş görüşmelerinden sonra geldiğime pişman olmadım değil. Styling onlar için çok yeni bir alandı. Düşünsenize tasarımcıyı bile yeni kabullenmiş bir sektör, styling diyorsun “O da ne?” diye yüzüne bakıyor. O dönem bir dergiyle yaptığım röportajda editörle bile styling’in Türkçe karşılığı ne olmalı konuşmaları yapıyoruz. Haliyle o çok büyük dediğimiz kimi Türk markalarının vizyonlarının o derece büyük olmadığını, iş görüşmelerinden “Sen biraz fazlasın, gidip kendi işini kurmalısın” cümleleriyle ayrıldıktan sonra anladım. Çalışmaya basladığım denim firmasının sahibi ise bu açıdan edindiğim en büyük şanstı. Bana firmada tasarımcılığın yanı sıra commercial stylist olarak çalışma imkanı sağlaması harikaydı. Orada edindiğim tecrübe şüphesiz bugün kendi markamı kurarken oldukça faydalı oldu.

Yıllar geçtikçe moda sektörünün Türkiye’de iyiye gideceğini düşünüp kendimi telkin ettim. Moda’nın hız kavramıyla ters orantılı yavaş bir ilerleme olsa da birşeyler değişiyor. Ama oyle ya bu şehir sadece moda demek değil. Kendimi hiç bir yere ait hissedememe halim var benim. Ama en yakın bu şehre duruyorum. Istanbul’a aşığım o yüzden bugün döndüğüm icin pişman değilim. Ama buralarda kalma niyetinde de değilim. Kendimi değilse de markamı İtalya’ya götürmek istiyorum bir şekilde.

Bu şehir seni ve yaratıcılığını nasıl etkiliyor?

İstanbul’da tasarımcı olduğumuz için çok şanslıyız. Bu şehir ilham dolu, bu şehrin yüzü Doğu’ya dönük ama ayakları Avrupa’ya doğru koşuyor. Bu arada kalmışlık, şehrin tarihi dokusu ve bir yandan gün geçtikçe modernleşen yapısı yaratıcılığımı olumlu yönde tetikliyor.

Tasarım sürecinde bu şehirden de çok ilham alıyorum. Bu şehrin kadınlarından da. İstanbul’u bir lunaparka benzetiyorum. İçinde stresi, eğlenceyi, hırsı, korkuyu, heyecanı ve daha bir sürü duyguyu barındıran bir şehir.  Bu şehir kendi etrafımda dönüp dururken bana yanar döner ruhumu keşfettiriyor. Bu kadar duyguyu bir arada yaşadığım bir şehir bana sınırsız hayal dünyası sunuyor ve bunu bildiğim için bütün karmaşıklığına, stresine, zorluklarına rağmen , tepetaklak kusabilme ihtimalini bile bile biniyorum sanki bu lunaparktaki kamikazeye. Beni buralara geri getiren de buydu sanırım.

Moda senin için ne ifade ediyor? Türkiye’deki gelişmeleri nasıl buluyorsun?

“Fashion fades, only style remains the same.” Coco Chanel.

Moda benim için özetle budur…Türkiye’de moda sektörünü bebek bekleyen bir anne adayına benzetiyorum. Son dönemlerde gerçekleştirilen bu etkinlikler, atılan adımlar, arkadan farklı ve taze düşünce yapısıyla gelen eğitimli genç tasarımcıların girişimleri bana içinde sıkıntı barındırdığı kadar heyecan da barındıran bir sancılanma dönemini hatırlatıyor. Umut ediyorum ki bir zaman gelecek kabuk kırılacak ve çok güzel şeyler doğacak. Bunun yanı sıra ne kadar etkinlik düzenlenirse düzenlensin bu dönemin güzel işleri doğurması için bazı şeylerin kökten de değişmesi gerekmiyor değil. Kemikleşmiş bir yapı var gibi gözüküyor ama tam aksine çok kırılgan bir dönemden geçiyoruz. Dengeler bir kaç sene içerisinde alt üst olabilir. Arkadan çok iyi eğitimli gençler geliyor. Bir çoğu ne yazik ki maddi imkansızlıklardan dolayı para verip bir derneğe üye olamıyor ve bu kimi etkinliklerde yer alamıyor. Bir sürü sıkıntıya girip oralarda bulunanlarsa aradıklarını ve umut ettiklerini bulamıyorlar. Bu yapının değişmesi gerektiğini düşünüyorum. Eğer böyle bir birleşme, bir çatı altında toplanma söz konusu olacaksa o çatının altına girenlerin de çok iyi seçilmesi gerektiği kanısındayım. Seçim kriterlerinin sadece sektörde geçirilen yıl ve tecrübeden ibaret olmamasını, eğitime de önem verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Birlik olmaya calışırken, gruplaşma olmamasına çok dikkat edilmesi gerek ayrıca. Oluşan enerjinin bölünmesini faydasız görüyorum.

Yurt içinde çok büyük paralar harcanarak atılan adımlar yerine, yurt dışı için tasarımcılara fon ayrılsa, sponsorluklar çoğalsa belki şu anda yabancı moda haftalarında gururla takip ettiğim Türk tasarımcılardan kimisi bunca uzun seneler sonra oralara gelmezdi.

Peki Burçe Bekrek kadını nasıldır? Kimler senin tasarımlarını giymeli?

Minimal stil çerçevesinde tasarladiğim yüksek kaliteli, fonksiyonel ürünlere ek olarak belirtmek istediğim, trend olanı değil zamansız olan tasarımları yapmaya çalışıyor olduğum. Bundan seneler sonra da giyebilecek ve yine özel hissetirecek, iş ve sosyal hayat arasında köprüler kurmaya çalışırken, hayatı da kolaylaştırabilecek çok amaçlı giysiler isteyen modern, sehirli, idealist, yakalanamaz, durdurulamaz, herhangi bir yere ait kılınamaz, güçlü, kendine ait bir yasam felsefesi ve kendine ait stili olan kadın Burçe Bekrek kadınıdır. 

Tasarımlarındaki detaylardan bahsedermisin biraz?

Yeni koleksiyonum “Intro/Versa” (içedönük) hızıyla baş döndüren 24 saat içerisinde işi ve sosyal çevresi arasında köprüler kurmaya çalışan kadınlar için hayatı kolaylaştırmaları adına hazırlanmış bir koleksiyon. Hepsi birbiriyle kullanılıp kombinlenebilen, kendi içinde farklı stiller de yaratabilen, çok amaçlı, pratik giyim seçenekleri öneren, şaşırtıcı hava koşullarına da ayak uydurmak üzere “layer layer” mantığıyla tasarlanmış ve dolayısıyla 63 parçadan oluşan bu koleksiyonda iki line var. "Siyah" line erkek egemen iş dünyasında erkekleşmiş, sert, daha asi, buna rağmen feminenliği elden bırakmadan maskülen bir hava takınmış bir kadının stilini yansıtıyor. Tam da Ece Temelkuran`ın bir yazısında okuduğum "ruhu sünnet edilmiş kadınlar" gibi. Diğer line olan "Pudra Pembe" ise bütün bu sert duruşuna rağmen, kadının içinde barındırdığı naif karakteri, kırılgan ruhunu dışarı vuruyor. Koleksiyonda uygulanmış kontrast renkli, genelde içinde pastel tonları saklayan ve tamamen el işçiliği şeritler kadının içinde barındırdığı naif kimliği anlatıyor. Kadın sadece beyin kıvrımlarına dokunabilen kişilere ruhundan renk veriyor.

Stilim yalın, minimal olsa da tasarım anlayışımın özeti “mikro makrodur”. Bu bağlamda bakacak olursak hikaye basit, tarz minimal ve yalın, fakat ayrıntılar detaylarda gizli.

Temiz, yalın, kusursuz kalıp çerçevesinde, malzemede yüksek teknolojinin imkanlarından yararlanırken, giyinebilirliğin de her daim altini çizmeye çalişacak olan bir marka Burçe Bekrek. Bu minimal stil ile bir yandan da pratik giysi çözümleri sunmayı amaçlıyorum. Hayatı kolaylaştırabilecek çok amaçlı giysi tasarımlarının da mümkünlüğünden bahsediyorum.

En büyük iddiam kullandığım materyaller ve işçiliğim. Fiyat politikasında ayakları yere basan bu marka, ters orantılı olarak malzemede uçmayı hedefliyor. Burçe Tekstil bünyesinde ürettiğim kimi nano teknolojik olan kumaşlarım, fermuarından, astarına kadar herşeyde en yüksek teknolojiyi kullanmam biraz da savunduğum pratik giyim önerilerini destekliyor. Öyle ya, bugün kimse hızlı geçen hayatlarımız içindeki koşturmacada ter kokutan, elektriklenen polyester astarlar, patladığı vakit eve gidip değiştiremeyeceği ucuz kalitesiz fermuarlar veya yağmur altında sırılsıklam edecek bir trenchcoat istemez. Ve pek tabii İstanbul gibi trafiğiyle günü 20 saate indirgeyen bir şehirde işinden evine dönmeden küçük bir hareketle değiştirip bir açılışa veya davete katılabileceği, böylece tasarruf da ettiren giysilere hangi kadın sahip olmak istemez?

( Benim kişisel Must – Have `im :))

İşlerini yaparken nasıl bir yaratıcı süreçten geçiyorsun,nelerden besleniyorsun?

Ben tasarım sürecimde, insanlarda gözlemlediğim duygulardan, ruhsal devinimlerinden, felsefeden ve  en  çok da psikolojiden besleniyorum. Herkesin kendini ifade etme biçimi var. Benimse mesleğim kendimi ifade etmem için bir araç ve benimle aynı ruh dalgalanmalarını yaşadığına emin olduğum insanlarla iletişim kurabilmem için bir köprü. Bu yüzden esnek davranıyorum, kalıplara sokmuyorum kendimi. Ruh halim beni hangi yöne sürüklüyorsa, kalemim de o yöne çizgiler çiziyor. Mesela bu koleksiyonumun adı “Intro/Versa”. Türkçe’de “içedönük” demek. . İçedönük bir kadını simgeleyen bu kadın aslında benim bir yansımam. “Intro” ise bunun sadece bir başlangıç olduğunu, kendi içimdeki kimliklerden anlatımlarımın sadece ilki olduğunu ifade ediyor. Bu meslek benim için bir bakima insanlarla aramda iletişim kurmamı sağlayan bir köprü dedim ya işte o sebepten benden, içimdeki Burçe Bekrek kadınından izler koleksiyonun en ufak detayına kadar saklı. Bir de hayatımın her alanına beraberimde taşıdığım ilham perilerim var. Çeşitli ruh hallerime göre bana eşlik eden kadınlar ve erkeklerden bahsediyorum. Bu bazen bir stil ikonu olan moda editorü, bazen dönemine damga vurmuş bir jazz şarkıcısı, bazen de yaşamaktan kendi seçimiyle vazgeçmiş bir yazar olabilir. Hayatımın kadınları ve erkekleri dediğim bu insanlar yaratım süreçlerimde hep sağ yanımda dururlar.

Styling icin bu süreç farklı. Onda duygusallık yok, kişisel zevk yok. Yazık ki styling Türkiye’de üç beş parça giysinin kombinlenmesi olarak görülüyor. Güzel giyinen, tarz sahibi insan bir anda stylist olup çıkıveriyor. Styling o kadar kolay birşey değil. Alt yapının çok sağlam olması gerekiyor. Beslendiğiniz dal sadece moda olmamalı. Sanat tarihi, dünya tarihi, felsefe, sosyolojiden tutun sinema tarihine, edebiyata kadar pek çok alanda bir bilgi birikiminizin olması gerekiyor. Çünkü olay giysi kombinlemek değil, tarz yaratmak, -concept yaratmaktır-. Hedef kitleyle yaratılan stil arasındaki iletişimi kurabilmek, stil icin iletişim kurmak yani. Bu pek de kolay bir hadise değil. Giysileri alıp studyoda kombinlenmeye benzemez. Styling konusunda her sezon trendmapler hazirladigim gibi, kendi markam için odaklanacağım stil üzerine ciddi araştırma dosyaları da yapıyorum. Bu markam için yapılacak fotoğraf çekimi öncesinde de aynı şekilde işliyor. Derin araştırma dosyaları beni bir realizasyona götürüyor. O anda kafamda o işin görsel boyutu ve somut layout tasarımları hazırlanmış oluyor.

Intro /Verso koleksiyonun kapılarını açacak olursak, içinde bizi neler bekliyor? Seni harekete geçiren neydi?

Az önce bahsettiğim gibi Burçe Bekrek markasının stili küçük detaylarda gizli. Bu küçük detaylar insanlara kendisiyle, ruhuyla ve karakteriyle ilgili pek çok mesaj verdiği gibi, ayırt edici niteliklerini de gösterir. Burçe Bekrek markasının amacı stile kişisel yaklaşımı sağlayabilmek. Intro/Versa bunu cok iyi anlatan bir koleksiyon oldu kendi açımdan. İçinde birden çok kadın saklı, birden çok stil. Kişiye göre değişebilen.

Beni harekete geçiren ise savunduğum şeyin tersi “aynılaşmaya” başlayan kadınlardı. Sokağa çıktığım zaman, birbirinin aynı bir sürü kadın sayabiliyordum. Yabancı markaların prêt-a-porter linelarından giyinen kimi kadınların bir kısmı son dönem Türk genç tasarımcılara da yönelmeye başlamıştı. Bu iyi birşeydi. Ama sektörde çok az günlük yaşamda giyinebiliritesi olan tasarımlar yapan insan vardı. Pazardaki bu açığın bir kenarını kapamak için harekete geçtim. Yabancı high-ende prêt-a-porter markaları kadar kaliteli, fiyat politikasında ise daha ayakları yere basan, yalınlık, kusursuz kalıp ve yüksek kalitede fonksiyonellik çerçevesinde yalnız moda önerileri değil aynı zamanda bir yaşam stili de sunmaya çalışan yerel bir marka olmaktı hedefim ilk basladığımda.

Yeni koleksiyondan da biraz ipucu istesek? Bizi neler bekliyor?

Minimal tarzı ve direttiği unsurları aynı olacak. “Intro/Versa” yazımından da anlaşılacağı gibi bir introydu. Yani bir giriş, baslangic. Şimdi küçük kapsül bir yaz koleksiyonu geliyor. Bunun devamı niteliğinde, belki tam tersi şekilde… Yeni koleksiyonun konseptini oluştururken filozof, yazar Ozan Önen ile çalıştık. O açıdan, süprizleri olan bir koleksiyon olacak. Moda fotoğrafçısı ve bu koleksiyonumun da imaj fotoğraflarını çeken ve sanırım o beni bırakmadıkça, onunla çalışmayı bırakamayacağım Hakan Adil’le şüphesiz gelecek koleksiyonun fotoğraf çekimlerinin konsepti üzerine konuşmalara başladık bile.

Öğrencilik hayatından sonra bu kez karşı tarafta yer almak ve Moda Editörlüğü üzerine eğitim vermek nasıl bir duygu?

Mesleğimin o kısmına daha çok değer veriyorum. Dediğim gibi tasarımcı olmak, tasarlamak, yeni birşeyler üretmek benim için kendimi ifade biçimi ve hedefim iz süren olmak değil iz bırakan olmak. Ama sonuçta bu mesleği yaparken bu camiada karşılaştığım insanlarda gözlediğim yüksek egolar ve hırslar bana,  “Dünyada bunca sorun varken, Türkiye bu derece dar bir boğazdayken dünyayı da kurtarmıyoruz” dedirtiyor. Oysa akademik kısım işin çok daha fazla saygı ve özen gerektirdiği kısım benim için. Orada da dünyayı kurtarmıyorum belki ama her sene en azından üç beş gencin omuzuna sihirli bir değnekle dokunabiliyorsam, onlarda bir iz bırakabiliyorsam, bu birşeyleri kurtarmaktır. Ben sadece moda editörlüğü dersi verdiğimi düşünmüyorum. Bu dersi verirken onların gözünde genç bir tasarımcı ve öğretim görevlisi olarak gelecekteki kariyerlerinin kafalarında şekillenmesine yardımcı olmaya çalışıyor ve modanın çeşitli alanlarında onları nelerin beklediğini gösteriyorum. Şu üç senede en azından 4 öğrencinin bile olsa arayip “Ögrettikleriniz sayesinde bunları yapıyorum ve kafamda bambaşka bir pencere açtınız.”  diye teşekkür etmesi bugün benim için belki çok onemli bir moda haftasına katılmaktan daha değerli birşey.

Birlikte çalıştığın ünlüler kim ve kimleri giydirmek istersin?

Bu aralar Öykü Serter’le çalışıyorum. Daha önceleri Ebru Güzel’le çalıştım bir dönem. Arada basında ünlülerin üzerinde görünen tasarımları ise ben onları giydiriyorum diye değil, onlar tercih edip satın aldıkları için görüyoruz. Türkiye’de Ferhan İstanbullu ve Banu Bora markama yakın gördüğüm yegane iki isim. Ferhan İstanbullu’yu Burçe Bekrek tasarımlarıyla görmeyi çok isterim.

Ve Kate Lanphear! Kendisiyle moda haftası esnasında tanıştım. Stiline zaten hayrandım ama bir de o egoları törpülenmiş, naif, ince karakterini görünce hayranlığım arttı. Onu giydirmeyi çok istiyorum.

Hadi biraz da geleceğe bakalım? Ufukta yeni projeler var mı, Burçe Bekrek neler planlıyor?

Uzun vadeli hayaller kurmam. Geleceğe çok fazla tutunmaya çalışınca anı kaybettiğimi hissediyorum. Varolan enerjimi şu an içinde elimden gelenin en iyisini nasıl yaparım sorusuna yönlendiriyorum. İşim için bu sorgulamayı yaptığımda, markam için ilk yaptığım koleksiyonun “şimdilik” çok içime sinen, beni anlatan ve kendimi ifade etmemi sağlayan bir koleksiyon olduğunu söyleyebilirim. Ama yolun başı, devamlılığı sağlamak gerekiyor. Şu anda Nisantaşı’ndaki kendi showroomum dışında Midnight Express, Bebek ve Nişantaşı mağazalarında satıyorum. Kısa vadeye bakacak olursak yurtdışına konsantre olmuş durumdayım. Yabancı bloglarda yayımlandıktan ve Paper-doll.com’da Featured Designer olup, onların designer database ine konulduktan beri de oldukça fazla talep alıyorum yurtdışından. Bu talebi karşılamak için oralarda da satıyor olmam gerekiyor. Bunun için çabalıyorum. Bir kaç sezon içinde kimi Department Storelar’da olmak hedefim.

Bunun dışında bu aralar online bir proje üzerine çalışıyorum. Ağustos gibi onu da duyuracağım. 

INSTAGRAM

SOSYAL MEDYADA BİZ

58,698BeğenenlerBeğen
50,163TakipçilerTakip Et
879TakipçilerTakip Et
6,728TakipçilerTakip Et
1,569AboneAbone Ol

TAROT FALI