Geçen yazımda anlattığım hazırlıkların ardından Milano ve Roma’yı gezdim, gördüm, geldim. Öncelikle şunu söylemek isterim eğer İtalya’da hızlı tren kullanacaksanız mutlaka “.italo” şirketini inceleyin. Benim şansa karşıma çıkmıştı iyi ki de çıkmış. Çok konforlu seyahati promosyonlar sayesinde ucuza getirebilirsiniz. http://www.italotreno.it/IT/Pagine/default.aspx
İlk durağımız Milano olduğu için bu yazımda oradan bahsetmek istedim. Haritayla gezmesi Roma’ya nazaran çok daha kolay olan, Duomo Katedrali dışında görülecek pek tarihi yapısı olmayan, insanların tarz ötesi oldukları bir şehir. Milano’yu genellikle İtalya’ya uygun görmüyor ve birazcık da dışlıyor gidip görenler. Sadece Roma’yla karşılaştırma olanağım olsa da bende de aynı hissiyat oldu. Ancak tek başına değerlendirdiğimde kendisine karşı boş olmadığımı fark ettim. Muhtemelen bunda İstanbul’da yaşıyor olmamın etkisi büyüktür.
PODYUMDAN SOKAĞA
- Milano, oldukça modern bir şehir ve küçük büyük, salaş kokoş herkes çok tarz. İnsanların kıyafetlerinde mutlaka ilgi çekici bir detay var. Ne kadınlar full makyajlı ne erkekler çok metroseksüel ancak hepsi podyumdan inmiş gibi. Koskoca sırt çantam ve koşu ayakkabılarımla kendimi ortama hiç yakıştıramadım açıkçası.
- Neredeyse her caddede devasa bir Zara, Bershka, Pull & Bear, Oysho, Stradivarius… var. Kısacası tam biz kızlara göre. Özellikle Zara’ların üç beş katlı mağazalarına bayıldım. Üstelik fiyatlar gerçekten çok iyi; tabii kendi insanları için. Zaten bu kadar şık olabilmelerini ona bağladım çünkü alım gücü bayağı yerinde.
- En sevdiğim olaylardan biri ise ‘aperativo’ dedikleri, bazı mekanlarda yapılan yeme içme faaliyetleri oldu. Saat 18.00 gibi başlayıp 22.00’ye kadar sürüyor. Bir içki parası veriyorsunuz ve açık büfede olan tüm o muhteşem yiyeceklerden sınırsızca yiyebiliyorsunuz. Biz Torino caddesinin sonunda yer alan Celestino caddesindeki Cheese Cafe’yi keşfettik. Devasa ve çok lezzetli bir Long Island’a 10 Euro verip onlarca değişik yemekten patlayana kadar yedik.
- Turist sayısının çok fazla olduğu Duomo meydanındaki sokak satıcıları ise insanı gerçekten canından bezdiriyor. Kolunuza ip bileklik takmaya çalışanlardan ‘selfie çubuğunu’ burnunuza sokanlara kadar rahatsız edici birçok satıcı var. Onların yüzünden istediğimiz gibi fotoğraf bile çekemedik çünkü gerçekten nefes aldırmıyorlar. Üstelik yüzsüzler de… Yine de ters konuşup sesinizi biraz yükselttiğiniz zaman uzaklaşıyorlar ancak ortam mayın tarlası gibi hiç bitmiyorlar.
SON OLARAK…
Milano’ya kadar gelmişken risotto yemeden hayatta dönmem diye diye bayağı yemeden döndüm. Çünkü panzerotti denen bir sokak lezzetinin üzerine dondurmayı hüpletince, vakit de az olduğu için kısmet olmadı. Bu arada panzerotti (bizim pişiye benziyor ama içi bol malzemeli, tadı muhteşem) yemek isterseniz meydanın oralardaki bir ara sokakta (Adres: Via Santa Radegonda, 16, Milano) LUINI diye küçük bir yer en meşhuru imiş. Tabii risotto’yu yiyemeyince biraz araştırıp İstanbul Kanyon’daki (başka yerlerde de var) Carluccio`s adlı mekandakinin çok iyi olduğunu okudum. Henüz denemesem de azimliyim, orada yiyemedim bari burada yiyip nefsimi körelteyim.
Ve bir dipnot: Umarım bir gün bizler de bisiklet ve scooter’larımızla şehirde rahatça yol alabilme medeniyetine erişiriz.