Seramikten ve öncesinden biraz bahseder misin?
Seramikle uğraşmaya neden başladım bilmiyorum. Bundan üç yıl önce bir sabah, topraktan bir çanak yapma fikriyle uyandığımı biliyorum sadece. Birkaç günü bu fikirle geçirdim. Bir yandan küçük kızımın gribal enfeksiyonuyla uğraşıyor, bir yandan da elimde bir çanak yapmanın ne kadar harika bir şey olacağını düşünüyordum. Bu fikre tutundum; fikir yavaş yavaş önüne geçilmez bir arzuya dönüştü ve ben elime biraz çamur geçirir geçirmez –bu başka türlü nasıl söylenir bilmiyorum- “birden her şey aydınlandı”.
Geçen 3 yılda neler değişti?
Bu üç yılı oldukça yoğun yaşadım doğrusu. Evin bahçesindeki altı metrekarelik müştemilatta minik bir torna atölyesi kurdum. Geceleri torna yapıp gündüzleri de santimetre atölyesinde çalıştığım bir süreçten geçtim. Olaylar birbirini izledi ve kendimi Cunda’daki atölyemde buldum. Atölye Cunda’nın en curcuna meydanlarından birazcık geride, yine de arayanların kolayca bulabileceği ferah bir sokakta. Şu andaki işleyişi itibariye, bir seramik atölyesinin bütün parçalarını içinde barındıran vaatkar bir çekirdek görünümünde.
Tekniğinde döküm veya kalıptan ziyade tornanın baskın olduğu görülüyor. Bunun özel bir sebebi var mı?
Seramikle uğraşmaya başladığım ilk günlerden itibaren tornaya doğru çekildiğimi hissettim. Bu beceriyi kazanmayı gerekli saydım sanıyorum. Zaman zaman farklı teknikler kullanmaktan hoşlansam bile şimdi hala işimin merkezine tornayı yani çömlekçi çarkını koyuyorum. Tornada dönmüş bir parçanın biricikliğinden de, sürecin kendisinden de büyük keyif alıyorum. Tornada yapılmış bir parça, o çarkın üzerinde hızla ya da yavaşça döndüğü zaman diliminde ve sadece o anda oluşmuş bir evrenin kaydı gibi geliyor bana. Bu büyülü, sürprizli bir zamandır ve o sırada pek çok şey olur: çamur bir şey der, elleriniz bir şey der ve çark döner. Aslında sadece ellerinizle değil, bütün bedeninizle, aklınızla, hayata bakışınızla oradasınızdır. Bazen çamur gücenir ya da yorulur. Bazen de öyle güzel ve dengeli bir konuşma olur ki size çarkı durdurup seyretmek kalır.
Peki tornanın başına ilk kez ne zaman oturdun?
Tornaya ilk kez sevgili Tulya Madra’nın sevgili Shimpo’sunda oturdum.
Tulya ile güzel bir geçmişiniz ve özel bir arkadaşlığınız var…
Güzel arkadaşım Tulya ve Tulya’nın santimetre’si benim için gerçek bir okul oldu diyebilirim. Santimetre’deki çalışma sürecimde görüp öğrendiklerimle teknik anlamda önüme çıkabilecek pek çok sorunu hızlı çekimde aşmış oldum doğrusu. Bunun dışında belki de en çok tasarım-üretim sürecinde gösterilen özenden ve malzemeye duyulan saygıdan etkilendim. Ben de, Tulya Madra ve Sahir Erdinç’in Nisan 2015’te açılan “Adalar: Kader Coğrafyadır” sergisinin üretiminin her aşamasında çalıştım ve bundan büyük keyif aldım.
Söz konusu çamur ve ona form vermek olduğunda sonsuz bir ufka bakıyormuşsun gibi geliyor. Sen yönünü ellerinle buluyorsun ki ben kusursuzluğunun burada olduğunu düşünüyorum; içinde var ettiği kusurlarında… Her şeyin aynılaştığı ve bir şekilde kusursuzlaştırılmaya çalışıldığı bir evrende senin takıldığın bazı sınırlar var mı yoksa arada kendine yoldan çıkarıcı küçük şakalar yapıyor musun?
Seramik dendiğinde uçsuz bucaksız bir dünyayla karşılaşıyorsunuz. Bir yanda hala en eski yöntemlere sahip çıkan çok yetkin ustaların varolduğu, bir yanda bir takım fütüristlerin 3D yazıcılarda porselen bir şişeyi doğrudan print-out aldığı bir dünya bu. Bu durum bir yandan kafa karıştırıcı olabiliyorsa da bir yandan müthiş özgürlükleri de beraberinde getiriyor.
Ben elbette kendimi hala bir öğrenci olarak kabul ediyor ve meraklı gözlerle etrafı seyrediyorum. Afrikalı kadınların dans ederek çömlek yapışlarını, adam boyunda yekpare küpler yapan Koreli ongi ustalarını, bir chop-stick’le döndürdüğü bir tepsi üzerinde kusursuz bir küre yaratan Japon üstadları seyrediyorum. Aklımı nasıl kaçırmadığımı sorarsanız, şunu derim: o ilk sabahki duyguma sadık kalıyorum, yani topraktan bir çanak yapmanın ne kadar harika bir şey olacağı duygusuna. Kase gibi bir kase, sürahi gibi bir sürahi yapmak. Özlediğim sürahiyi yapmak. Bu anlamda gelenekselden kopuyorum ama zihinsel anlamda daha da eskiye gidiyorum diyebilirim. Çünkü en sonunda karşıma çıkan formlara bir isim vermem gerekirse “arketipik” diyebilirim ancak.
Pek çok seramik sanatçısının arasında kendini nereye oturtuyorsun?
Hangi iş olursa olsun, o işin aynasında insan kendi nefesini bulamıyorsa en doğalı kendine yeni bir yuva aramasıdır. Bana sorarsanız seramik zorlu bir aynadır, çokça sabır ve çalışma gerektiren, hayal kırıklıklarından bile tat almayı öğrenmeniz gereken bir dünya çünkü. Sanıyorum uzun yıllar boyunca pek fazla değişmeden kalan iki seramik anlayışından –geleneksel çömlekçilik ve okullu seramik- başka yol görülemeyişi ve bu alanlardaki kırılması zor hiyerarşik ilişkiler pek çok insanın kendi ruhunu yaptığı seramikte görmesini engelledi. İnternet iletişiminin devreye girişi ise her şeyi değiştirdi galiba. Bir diğer etken de büyük bir atölyeye bağlanmadan kişisel küçük atölyeler kurmanın teknolojik olarak mümkün hale gelmesi olabilir.
Ben seramiğe çok erken yaşta başlamamış olmamı neredeyse bir avantaj gibi görüyorum. Orta Doğu Teknik Üniveritesi’nde Siyaset Bilimi okudum ve Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Bölümü’nde yüksek lisans yaptım. Kitaplar her zaman hayatımın temel bir noktasında durdular. Zanaata girdiğim zaman, önceki hayatımda geçmiş olduğum yolların bana yardımcı olduklarını fark ettim. Nasıl bir yol tutmak istediğimi en baştan itibaren biliyordum, anne olmuştum ve gerçek anlamda sabretmeyi tanımıştım. Kendi katkımı üretmeye hazır hissettim kendimi.
Kendin için öngörebildiğin gelecekte neler var?
Hala kille oynayan beyaz saçlı ve kırış kırış bir kocakarı olmayı planlıyorum. Şu andaki noktayla bu son nokta arasındaki zamanda bu büyük serüvenin beni nerelere götüreceğini hep birlikte göreceğiz.
Meraklısına not: Heves Berksu’nun atölyesini ziyaret etmek isterseniz adres;
Cumhuriyet Cad. 32/A
Cunda / Ayvalık / Balıkesir