Vintage tutkunuz ne zaman başladı?
Doug: Sanıyorum Roy’la birlikte, gençlik yıllarımızda girdiğimiz bir vintage butikle başladı bu tutkumuz. Aynı zamanda her ikimiz de Hollywood’un büyüsüne kapılmıştık ve o ekranda gördüğümüz kıyafetleri bulmak istiyorduk. Benim kovboy filmlerine her zaman ekstra bir ilgim vardı ve Hollywood kovboylarını denimle giydiriyordu.
The Vintage Showroom’un kuruluş hikayesi nasıl başladı? Sizi bir araya getiren spesifik bir olay oldu mu?
Roy: Doug ve ben birbirimizi önceden tanıyorduk ve birlikte iş yapmaya başlamadan önce de zaten arkadaştık. İkimizin de kendi işleri vardı ve kendimize özel stilimiz. Çeşitli konuşmalardan sonra birlikte bir şeyler denemeye, yapmaya karar verdik. Bu 8 yıl önceydi ve dürüst olmak gerekirse o zamandan bu yana yaptığımız işte çok yol aldık.
Londra’da bu kadar bilinen bir showroom olabilmeyi nasıl başardınız?
İlk başladığımız zamandan şu ana kadar, çok fazla ön planda olmamak için çaba sarfettik. Hala reklam vermiyoruz; yaptığımız işi tanıtmaya yönelik şeylere de olabildiğince az yer veriyoruz. Çünkü bizim müşterilerimizin sevdiği şey de bizdeki bu ‘ketumluk’. Bu sayede biz de müşterilerimizin gözünde güvenilir oluyoruz. Yaptığımız iş tamamen ‘word of mouth’ dediğimiz şeyle yayıldı ve biz de bunu seviyoruz. Sanki gizli bir kulübümüz varmış ve bu kulübe dahil olan üyelerimiz gün be gün artıyormuş gibi hissediyoruz!
Neden 2 farklı sunuma gittiniz? Normal satış yaptığınız Covent Garden’daki Seven Dials ve Nothing Hill’deki randevulu sisteminizden bize biraz bahsedebilir misiniz? İçeriklerini neye göre ayırıyorsunuz? Nasıl bir sistem var?
Covent Garden’daki mağazamız bizim işimizin bir uzantısı. Orada kendi zevklerimizi ve tutkumuzu sergileyebiliyoruz. Ama daha perakendeye dayalı bir sistem işliyor orada. Diğer mağazamızda ise büyük markalara, moda evlerine veya kostüm tasarımcılarına B2B (Business to Business – şirketler arası pazarlama veya satış) denilen hizmeti veriyoruz.
The Vintage Showroom olarak ne gibi projelere imza attınız? Hangi ülkelerde mini showroomlar açıp, koleksiyonlarınızı sundunuz?
Eskiden daha çok İngiliz ve Amerikalı markalara danışmanlık veriyorduk. Çok fazla araştırma yapıyoruz, tasarımcılarla ve markalarla konsept çalışması yapıyoruz; onların gelecekteki koleksiyonlarını şekillendirmelerine yardım ediyoruz ve aynı zamanda o markaların geçmişlerini araştırıyoruz. Bugün çoğu marka başlangıç noktaları ile bağlantısını kaybetmiş durumda, biz de bu bağlantıyı yeniden kurmak için markalara yardım ediyoruz.
Orta ile birlikte çalışmak bizim için harika bir fırsat. Son 6 yıldır çeşitli projelerde birlikte olduk ve sık sık İstanbul’u ziyaret ettik.Bu da İstanbul’un favori şehirlerimizden biri olmasını sağladı.
Son kapsül koleksiyonunuz ‘Future Hunter Gatherer’dan bize bahsedebilir misiniz? Bu koleksiyonu oluştururken nelerden ilham aldınız?
İşimiz, tutkumuz ve müşterilerimiz için üstünde çalıştığımız ürünlerin çoğunda geçmişten esinleniyoruz, sürekli olarak zamanda geriye bakıyoruz. Sanırım nostaljinin hissettirdikleri ve romantizmiyle ilişkilendiriyoruz yaptığımız şeyi. Orta’yla önceki projelerde 50lerin ‘bisikletçi’ , 30ların ‘havacı’, 40ların ‘Amerikan donanması’ ve 2000lerin başka çeşitli stillerini kullandık. Yeni koleksiyon içinse 1000 yıl sonrasına- geleceğin avcı, toplayıcılarına doğru ileri sarmak istedik.
Orta’yla çalışmaya başladığımızda, dokularımızın hemen uyuştuğunu gördük. Müşterilerimizden pazarın lüks kısmına yakın olanlar da, hızlı tüketilen moda kanadında olanlar da, Orta ve Orta’nın kumaşları hakkında hep güzel şeyler söylediler, yücelttiler. Türkiye’de Orta’nın daha az tanınmasına açıkçası şaşırdık. Orta’nın kendine özgü klasik (ve geleneksel) denim kumaş üretirken, aynı zamanda gelişmiş teknikler ve son teknolojik yenilikleri kullandığını göstermek istedik. Vintage bir koleksiyonu nasıl fütüristik yapabilirdik?
Bu fikir Edward Curtis’in Sacred Legacy kitabıyla başladı. Kitapta, 19.yüzyılın sonuna doğru, son Amerikan yerli kabilelerini dolaşıp belgeleyen bir fotoğrafçı anlatılıyordu. Ben de buradan hareketle, bin yıl sonraki bir uzay kabilesinin nasıl olabileceğini hayal etmeye başladım ve fikir hayata geçti. Star Wars ve Mad Max karışımından esinlenip, bunu Japon samuray stiliyle harmanlayınca da koleksiyonumuzdaki parçaların dizaynını elde ettik.
İstanbul Akaretler’deki showroom’unuzu ne zamana kadar ziyaret edebiliriz?
29’una kadar ziyaret edebilirler; ama umarız bu pop-up düzenli olarak İstanbul’da olur.
İstanbul’u seviyor musunuz?
İstanbul’u çok seviyoruz ve bir dahaki gelişimizi iple çekiyoruz!
Sizce Türkiye vintage açısından ne durumda? Türkiye’de Vintage’ın geleceğini görebiliyor musunuz?
Hayır, maalesef göremiyoruz.
Bir daha İstanbul’da bir showroom açmayı veya kalıcı bir mağaza açmayı düşünür müsünüz?
Yakın zamanda değil ama gelecek bize ne gösterir bilemiyoruz.
Son olarak okurlarımıza söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Ben ve Roy adına konuşmak gerekirse, çoğunlukla yaptığımız şey hikaye anlatmak; umarız bizi dinlemekten keyif almışlardır!