Psikanalist Dominique Miller, “Endişe ve hüzün, içimizde sadece bize özgü olan bir yönümüzün ortaya çıkmasına vesile olurlar. Burada bahsettiğimiz şey olumsuz tarafımızı silmek değil, deşifre etmemizdir” diyor. Kaygılarımızın derinlerde yatan kaynağını anlamak, kendi üzerimizde yapacağımız bir çalışmayla her şeyi daha açık görmemizi ve kendimizi kandırmaya son vermemizi sağlar. Aksi takdirde, örneğin aşk ilişkimizde çok sahiplenici olmaktan ve hep aynı sorunları yaşamaktan kendimizi alamayız, çünkü kıskançlığımızın ardında neyin yattığını bilemeyiz. Miller şöyle devam ediyor: “Günlük hayatta huzurlu hissettiğimiz anlar varsa bile bunlar devamlılık arz etmez. Gerilimden ve dürtülerimizden kaçmaya çalışmak nafiledir, insan doğasına aykırıdır. Çünkü insan aslında huzurdan çok tutku ister. Bunun en iyi örneğini aşkta görmüyor muyuz?” Çelişkilerimizi ve olumsuz yönlerimizi kabul etmek ilk etaptır. Psikanaliz tarafından “zararlı” olarak nitelendirilen duygular bizi “kötü” kadın veya erkek yapmaz, tam tersine harekete geçmemizi sağlarlar. Psikanalist Michèle Declerck, “Lacan dürtülerimizi ‘tamir etmekten’ bahsederdi, Freud ise biricikliğimize yol haritası çizmemizi söylerdi. Yani aslında acılarımızı, hüzünlerimizi güce dönüştürmekten bahsediyoruz. Bazıları bunu sanatsal üretimle başarır, bazıları ise yardım işlerine kendini adar. Bu, ‘yatışmayı’ getiren bir dönüşümdür” diyor. Freudyen yaklaşıma göre egomuzun önüne geçebilmek, itkilerimizden oluşan “id”den çıkıp aksiyon alan “ben”e geçişi gerektirir. Jean-Paul Sartre da şunları söylerken aslında farklı bir şey demiyordu: “Uğruna ölmeyi kabul edeceğimiz bir şey bulmadığımız sürece gerçek bir insan olmayız.” Bu öyle bir şey olmalıdır ki bizi aşmalıdır ve bizim ölümümüzle bitmiyor olmalıdır. Bu gibi ruh hallerinden kendimize fayda sağlamak, kendimizi tanımamıza ve olgunlaşmamıza vesile olur. Böylece varoluşumuza bir anlam kazandırmış oluruz. Şu fikre ne dersiniz? Günlük tutun. Size sıkıntı veren şeyleri kâğıda dökmek Dominique Miller’ın deyimiyle “onlara bir anlam ve hayat vermenizi” sağlar. Psikiyatr Christophe André’nin sunduğu tavsiye ise şöyle: “Güzel cümleler kurmaya uğraşmayın. Önemli olan hislerimizi ve düşüncelerimizi oldukları gibi yazmaktır. Önce yazdıklarımızın sıradan olduğunu fark edip hayal kırıklığına uğrarız, ama sonra yavaş yavaş yazı dilimiz güzelleşir ve ruh halimizi de daha iyi tasvir etmeye başlarız.”
2. Bedeninizin kontrolünü yeniden ele alın
Michèle Declerck, “Olumsuz duygular bedenimizden ruhumuza bir mesajdır. Yani en küçük bir fiziki hareket yapmadan ruhumuzun olumsuz duygulardan kurtulmasını beklemek gerçekçi olmaz” diyor. Zihnimizdeki kaosa karşı bazen hiçbir şey yapamıyorsak bile en azından bedenimizi dinlemeyi deneyebiliriz. Declerck şöyle devam ediyor: “Ruh halimizi kafamızın içindeki kaygılarla zehirlememek ve stresin bizi ele geçirilmesini engellemek için birkaç dakikalığına bile olsa ara vermek kafamızdaki homurdanmaları durdurur. Tabii nefes egzersizlerinin de rolü büyüktür. Güneş sinir ağı (solar pleksus) noktasından nefes almak ve vermek bedenimizi rahatlatır, ruhumuzu dinlendirir.” Öte yandan, meditasyon yapmak fiziki ve ruhsal anlamda dinlenebilmek için birebirdir. Psikiyatr Frédéric Rosenfeld’e göre, meditasyon sayesinde olumlu duygular yükselişe geçer, olumsuzlar ise azalır. Böylece sorunları çözme kabiliyetimiz gelişir. Rahatlama veya meditasyon size hitap etmiyor mu? Öyleyse spor yapmayı deneyin. Rosenfeld, “Fiziki egzersizler yaptıktan sonra dinlenirken parasempatik sinir sistemimiz iyileşir, yatışırız. Kalbimiz daha yavaş atmaya başlar, kaslarımız gevşer, ağzımız kurumaz ve nefes alış verişimiz normalleşir” diyor. Peki, şu fikre ne dersiniz? Doğada yürüyüş yapın. Sosyolog David Le Breton’a göre yürümek, huzura giden kral yoludur. Bedenimizi hiçbir çaba sarf etmeden yürütmek, ruhumuzu da harekete geçirir; düşünürüz, hayal kurarız, anıları hatırlarız ve çözümsüz gibi görünen şeylere çözüm bulduğumuza şaşırırız. Özgüven, iyimserlik ve enerji kazanırız. 2007 yılında İngiltere’deki Essex Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırmaya göre, doğada sadece yarım saat yürümek bile özgüveni %90 oranında artırıyor. Kendimizi daha iyi hissetmeye başlıyoruz, çünkü mutluluk hormonu olarak bilinen serotonin hormonu harekete geçiyor.
3. Kendinizi çevrenize açın
Ruhun sükuneti arkadaşsız, ailesiz, aşksız ve mesai arkadaşları olmadan olmaz. Filozof Alexandre Jollien, “İnsanı ‘sosyal hayvan’ olarak tanımlayan Aristoteles’i hatırlayın. Biz insanlar mutluluğumuzu başkalarıyla olan ilişkilerimiz üzerinden inşa ederiz” diyor. Nitekim dünya üzerinde içinde sevgi, empati, diğerkâmlık olmayan ruhani öğreti yoktur. Filozof Fabrice Midal, “Hepimiz şefkatimizi ifade etme yetisine sahibiz.
Örneğin yolda giderken birinin düştüğünü gördüğümüzde ilk tepkimiz yardıma koşmak olmaz mı? Ancak bazen zayıf ve duygusal görünme kaygısı cömertliğimize gölge düşürebiliyor. Kendimize savunmasız görünmeyi yasaklıyoruz” diyor. Ne var ki kusursuz görünme takıntısı bizi insanlardan uzaklaştırıyor. Şunu unutmayalım ki aslında zaaflarımız ve duygusallığımız bizi biz yapan şeylerdir. Midal şöyle devam ediyor: “Kırılganlığımız gerçek gücümüzdür. Şair René Char’ın şu dizelerini hatırlayın: ‘Hedeflerinden emin olamayan insanı severim, nisan ayındaki meyve ağacı misali kararsızdır.’” Şu fikre ne dersiniz? Evinizden çıkın. “Huzur yalnız kalmakla bulunmaz, hakiki bir sosyalleşme ister” diyor felsefe hocası Bérangère Casini. Kendimizi üzgün veya sinirli hissettiğimizde, köşemize çekilip söylenmeyi tercih ediyoruz ve davetleri geri çeviriyoruz. “Halbuki dinlemeyi öğrenmek, başkalarıyla ilgilenmek ve anlamaya çalışmak bizi yatıştırır” diyor psikosomatisyen Sylvie Cady ve ekliyor: “Bu, bir tür büyük fotoğrafa bakma yöntemidir. Artık sadece kendimizi düşünmeyiz, başkalarını da düşünürüz. Eğer çabamıza rağmen hâlâ sorunlar devam ediyorsa bile artık eskisi kadar dramatik değillerdir.”
4. Sahip olmaktan kendinizi azat edin
“Günümüz dünyası bizi huzurun elde etmekten geçtiğine inandırıyor, halbuki huzur içimizdedir” diyor Alexandre Jollien ve ekliyor: “Reklamlar yüzünden, daha fazla şeye sahip olmanın bizi daha iyi yapacağını sanıyoruz. Televizyonun icadından önce Stoacılar ‘sahte edinimlerin’ kandırmaca olduğunu çoktan söylemişti.” Bizler ise çocuğumuza son model konsol oyunu alamamaktan, daha büyük bir evde yaşamamaktan yakınıyoruz. Bize şu veya bu sertifikaları kazandıracak programlara katılmadığımız için eksik hissediyoruz. Birkaç dakikalığına bile olsa ara vermek bu homurdanmaları dindirir. “Sahip olduklarımız ve olduğumuz kişiyle yetinmemek özgüvenimizi zedeler” diyor psikoterapist Béatrice Millêtre. Peki, bu girdaptan nasıl çıkılır? David Le Breton, mülk ve tüketim toplumuyla aramıza ılımlı mesafe koymadan huzurun mümkün olmadığını söylüyor. Bu mesafeyi nasıl ayarlayacağız? “Elbette mağaraya çekilmek çözüm değil” diyor Frédéric Rosenfeld ve ekliyor: “Bilgin kişi mevcut dünyada iyi yaşayabilen kişidir. Bir Budist araba sahibi olabilir. Önemli olan mala mülke bakışımızdır. Dünyayı değiştirmeye değil, onunla olan ilişkimizi değiştirmeye çalışmalıyız. Değerlerimizle çelişkiye düşmeden azat olmayı öğrenmek, toplumun bize dayattığı değerlerden kendimizi kurtarmak demektir. Çözüm içimizdedir.” Huzurumuz elektrik, yiyecek ve giyecek tüketimini kasten azaltmakla değil, bizim için iyi olanı adil şekilde tüketmekle mümkün olabilir. Kendinize sorun: “Buna gerçekten ihtiyacım var mı? Bunu almayı gerçekten istiyor muyum?” Béatrice Millêtre şöyle diyor: “Hepimiz çevrenin telkinlerine direnç gösterme kabiliyetine sahibiz. Yeter ki satın almadan önce durup şunu soralım: ‘Buna gerçekten ihtiyacım var mı? Bunu almayı gerçekten istiyor muyum?’ Burada isteklerimizi kendimize yasaklamaktan değil, onlara karşı doğru bir yaklaşım edinmekten bahsediyoruz. Bu, bazen takıntı haline gelen tüketim davranışlarımız hakkında bilinçlenmemizi sağlar.”
5. Farkındalığınızı besleyin
“Ruhu besleyen egzersizler yapmak, sükunet bulduğumuz anları çoğaltmak için esastır” diyor Bérangère Casini. “Örneğin şimdiki ana odaklanmak iç dünyamızı temelinden değiştirir. Geleceğe dair merak ve endişeler zayıflarken geçmiş de yakamızdan düşer ve pişmanlıklardan kurtuluruz.” İngilizcede “mindfulness” olarak bilinen farkındalık kavramı Budizm’den dünyaya yayılmıştır ve uzun süredir terapi amacıyla kullanılmaktadır. Özfarkındalığımızı geliştirmek; düşündüklerimize, yaptıklarımıza dikkat etmek, dünyanın, kokuların, seslerin ve hatta bizi çevreleyen sessizliğin farkına varmak demektir. “Farkındalık”, hakiki bir gülümseme veya içten söylenen bir “Merhaba” ile bile gerçekleşebilir. Filozof Fabrice Midal, “Bunu başarmak zor değil. Hesap kitap işi değil bu. Sadece kendimizi dünyanın şiirselliğine bırakalım” diyor. Bir şarkıyla, manzarayla veya diyalogla… Hepimiz bir şekilde huzuru elde edebiliriz. Alexandre Jollien şöyle diyor: “Tepkisizliği ve durgunluğu yücelten Yunan felsefesinin aksine Spinoza bize ‘mutluluk’ dediği şeyin içinde yaşamamızı söyler. Bu, her şeyi, herkesi ve kendimizi bilinçli bir şekilde olduğu gibi kabul etmek demektir.” Huzurlu olmak en basit şekilde kendimize, karşımızdaki kişiye ve dünyanın tümüne karşı tarafsız ve sağduyulu bir bakış açısı edinmekten geçer. Frédéric Rosenfeld’in tabiriyle, sanki özgür ruhlu ve meraklı bir çocuğun gözlerinden bakmak gibidir. Örneğin Haiku şiir sanatını icra edebilirsiniz. Üç satır ve 17 heceyle yazılan bu Japon şiirleri sadece durup bakabilirsek erişebileceğimiz en basit zevkleri yakalamaya bir davet gibidir. Yazar Pascale Senk, “Haiku’yu keşfetmemiz ve hatta daha da iyisi bizzat yazmamız zihnimizdeki gürültüyü susturur, her şeyi kontrol etme takıntımızı dindirir.” diyor.