Hayat akıp giderken hiç bir dakika ara verip düşündünüz mü yaşamınız bir gün sona erse gerisinde neler sizi bekliyor? Sevdiklerinize son bir mesajı geri gelip iletebilecek misiniz yoksa Araf’ta kalıp söylemek istediklerinizi sadece çığlıklarla mı duyurmaya çalışacaksınız?
Bütün bunları sizin için düşünen dünyanın ilk takı defilesini gerçekleştiren ve bu alanda başarılı bir marka olan D.Kaprol’un tasarımcısı Deniz Kaprol, son koleksiyonunda DNA’ları baz aldı ve Yaşamın Şifresi’ni sizler için okudu.
Popüler kültürle ilgisi olmayan okuduğu her kitaptan, izlediği her filmden aldığı öğretileri sorgulayarak kendine sürreal bir dünya çizen Kaprol, aksesuar konusunda trendlerin esiri olmaktansa kendi çizgilerini yaratmayı seviyor.
16 yıl önce Türkiye’de tekstilin hakim olduğu bir alana baş kaldıran ve bildiği yolda ilerleyerek bugün Türkiye’nin sayılı takı tasarımcılarından biri olan Deniz Kaprol ile son koleksiyonu ve hayatın kodları ile bize öğretmeye çalıştıkları üzerine keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.
Takı tasarımında marka olabilmeyi başarmış ve dünyadaki ilk takı defilesini gerçekleştirerek ismini duyuran Deniz Kaprol kimdir? Bize kendinizi kendi gözünüzden anlatabilir misiniz ?
Ailem Kaprol Tekstil’in sahibi yani yaklaşık 60 yıldır tekstilci olan bir ailenin içine doğdum. Babam işin başında olduğundan dolayı benim için baş tasarımcı babam. Aileden gelen genlerin bana da geçtiğini düşünüyorum. Kumaşların içinde doğup büyüdüğüm için küçüklükten itibaren yurtdışı fuarlarına gitmeye başladım. Yani hayatı başka bir şekilde değil bir şey yaratma üzerine algıladım… Bu nedenle liseyi İstanbul’da okuduktan sonra üniversite için New York’a gittim. Ailem bu işin içinde olduğu için New York`taki Fashion Institute of Technology Üniversitesi`nde kadın giyim tasarımı üzerine okudum ancak tasarım doğru bir seçim olsa da kumaş doğru değildi. Ben malzemeleri pek sevemedim. O sıralarda daha çok mücevhere, taşa, madene ilgim olduğunu fark ettim. Dolayısıyla bir yandan tekstil üzerine eğitim alırken diğer yandan aksesuar, takı üzerine tasarım dersleri aldım.
Peki hikayenin sonrasında ne oldu? Eğitiminiz bittikten sonra nelere kanalize oldunuz?
Bir dönem orada çalışıp, ailem burada olduğu için Türkiye’ye döndüm. Zaten hiçbir zaman Türkiye’den başka bir yerde aile kurmayi düşünmedim… Önemli şirketlerde tasarım departman müdürlüğü, aksesuar departman müdürlüğü ve trend analisti olarak çalıştım. Daha sonra Hong Kong’dan tasarım danışmanlığı teklifi geldi, zaten o sıralar çok seyahat ediyordum, ben de neden olmasın dedim ve o sıralarda çalıştığım Goldaş’tan ayrılarak kendi şirketimi kurdum. Kendi şirketimi kurduktan sonra birçok yere danışmanlık vermeye devam ettim. (Penti, Goldaş gibi…) Ardından kendi aksesuar ürünlerimi tasarlamaya başladım. İlk önce bakırla başladım daha sonra gümüşe döndüm. Bunları başardıktan sonra sıra en büyük hayallerimden biri olan defile yapmaya geldi. Dünyanın ilk takı defilesi diyoruz biz. Elbette defile yapan mücevher firmaları var ama uluslar arası platformlarda başka hazır giyim markaları ve tasarımcıları arasında defile yapan tek biziz. En büyük hayalimdi, gerçekleştirdiğim için mutluyum.
Tekstilci bir aileden geldiğinizi söylediniz. Ailenize, yüzyıllardır süren geleneği bir kenara bırakıp takı alanında yani geçmişinizden uzak bir alanda tasarım yapacağınızı söylemek biraz zor olmadı mı? Tepkileri nasıldı…
Valla çok zor oldu çünkü benim aldığım karar bundan 16 yıl önce alınmıştı. Şu an takı ve aksesuar tasarımı çok popüler ancak o zamanlar değildi, ön planda olan hep tekstildi. Çok az derecede tasarımcı vardı ve özellikle tekstilci bir aileye, “Ben bu işi devam ettirmeyeceğim, takı tasarlayacağım” demek çok çok zor oldu. Onlar da benim için endişelendikleri için zor kabul ettiler. Her ne kadar şu an doğru yolda olduğumu ve doğru olanı yaptığımı söyleseler de o zamanlar bu fikre sıcak bakmadılar. Bu süreç biraz sancılı oldu.
Bundan 16 yıl öncesinde daha tanınmayan bir alana adım atmaya nasıl cesaret ettiniz? Kafanızda defile yapma fikri bir yerde gördükten sonra mı oluştu yoksa küçük yaşlardan itibaren dünyayı gezdiğiniz için farklı bir bakış açısı mı yakaladınız hayatınızda?
16 yıl önce defile yapma fikri yoktu. Sadece sektöre karar vermek gerekiyordu ve ben de verdim. Sonra takının içine girdiğim zaman tekstilden gelen sunum tekniklerini biliyordum ve bunlardan en önemlisi de defileydi. Sonra takı da yer alan defilelere baktım ve tekstille olanlarla alakası olmadığını görünce neden ikisi arasında bir bağ kurmayayım dedim ve dört yıl IFW’ye girmek için uğraştım çünkü onların da takı defilesine dair endişeleri vardı. Sonunda ikna ettim ve üç tane başarılı defile gerçekleştirdik.
Farklı düşünebilmenin ve yeni bir şeye cesaret edebilmenin öncelikli olarak kişilik yapısı olduğunu düşünüyorum. Girişimciyim… Belki de sizin dediğiniz gibi farklı ve özgün düşünebilmemden ya da çok seyahat etmemden kaynaklanıyor olabilir.
2011 yılındaki defilesinde dünyaya düşen meleklerden ilham aldınız ve “Fallen Angels” isimli koleksiyonu hazırladınız. Erkek mankenler takı koleksiyonunuzu tanıttınız. Bu sene de DNA kodlarından yola çıktınız ve podyumda mankenleri geri yürüttünüz. Bu kadar yaratıcı fikirler için nelerden ilham alıyorsunuz ve bütün bu süreçte tek başınıza mı çalışıyorsunuz?
Herşey bir ekip işidir ama baktığınız zaman da benim üç defilemde de farklı ekip vardır. Dolayısıyla her üçünde de farklı ekiple çalışıyor olmak özgün fikirlerin tek başına benden çıktığını gösterir. Ama ekip olmazsa hiçbir şey yapamazsınız. Bu nedenle birlikte çalıştığım insanları ön planda tutuyorum. Mesela Şubat defilesinde bizim kreatif direktörümüz Bige’ydi, kareografımız Uğurken Erez’di ve onlar olmasaydı sonuç bu kadar güzel olamazdı. Eylül’de defile müzikleri Oben Budak sayesinde çok güzeldi. Son defilemizde marka direktörümüz Özlem Öz olmasaydı ortaya bu kadar güzel bir defile çıkmazdı. Yani her insanın bir katkısı var ama bu fitili yakan, çerçeveyi çizen, temeli veren benim. Bu da insana biraz özgüven de veriyor, vermiyor değil. Nereden geldiğini soruyorlar hep.. Ben de böyle bir soru geldiğinde nereden geldiğini başta hep düşünüyorum çünkü biraz da kendinizi sorgulamanıza neden oluyor. Sonra beslendiğim kaynaklara bakıyorum, kitaplar, filmler, sahne sanatları, tiyatro, opera hayatımda önemli yer tutuyor. Sanırım hepsi birleşiyor ancak en önemlisi sanırım bütün bunları izlerken aklıma takılan sorular oluyor. Bu soruların cevabını bulmak için ben bu koleksiyonları hazırlayıp, defileleri yapıyorum. Bulabildim mi? Hayır… Ancak biraz olsun yaklaştığımı hissediyorum.
Mesela Fallen Angels koleksiyonunda gerçekten de var olan ve Cennetten kovulan meleklerin neden kovulduğunu ya da nereye gittiklerini düşündüm. Eylül’de şizofreniye çok meraklı olduğum için bir hastanın iç dünyasını anlattım. Şizofreni değişik bir hastalıktır ve onu incelediğim zaman değişik bir hayat ortaya çıktı.
Ve ardından ortaya DNA’lardan yola çıkarak hazırladığınız, sondan başa akan Yaşamın Şifresi koleksiyonu çıktı…
Son koleksiyonda da ölümden dönseydik ne olurdu? ya da neden giden insanların hiçbirisi bize geri dönüp bir mesaj iletmiyor? Bu sefer de bütün bunlar aklıma takıldı ve ben de DNA’lardan yola çıktım. Geri geri yürümeleri ise tamamen spontan oldu. Dünyada tersten akan herhangi bir defile yok. Onu da biz yaptık. Sadece aklıma takılıyor ve devamı geliyor.
Anladığım kadarıyla popüler kültür koleksiyonlarınızın yakınından dahil geçmiyor?
Popüler kültürle hiç ilgilenmiyorum. Tamamen kendime özgü sürreal dünyalar yaratıyorum. Sadece kendimle ilgiliyim. Bu bencillik vesaire değil ancak dış dünyayla ilgilenmiyorum.
Yaşamın Şifresi’nde DNA’lar yarattığınız sürreal dünyada sorduğunuz hangi sorulardan yola çıkılarak oluşturuldu? DNA’ları takıya nasıl dönüştürdünüz?
Ölümle ilgisi sorular sorarak “Yaşamın Şifresi” isimli koleksiyonunun temelini oluşturdum. Daha sonra ölümden geri dönseydik ya da ölüm sonrası yaşam nasıl bir şeydi diye düşündüm ve aklıma DNA’lar geldi. Çünkü DNA’lar insanı insan yapan, kişiliği oluşturan ve onları çözmenizi sağlayan bilgi depolarıdır.
Yani siz neyseniz, ailenizden hangi kalıtsal bilgiler varsa hepsini o ufacık kodlardan öğrenebiliyoruz. O yüzden de DNA sarmallarından, genetik kodlardan ve şekillerden ilham alarak onları takıya dönüştürdüm..
DNA içine girildiği zaman çıkılması çok zor bir konudur. Bunun için ön araştırma yaptınız mı ?
Elbette. Aslında fikir olarak bu altı aylık bir fikir ve uyarlama olarak dört aylık bir süreç. Defile dört ayın sonucunda oluştu. Defilede yayınladığımız filmde tek bir tane mankenimiz oynadı çünkü önemli olan onun ölümden yaşama doğuşunu göstermekti. Zaten film, onun bu gerişinde yaşadığı rahatsızlıkları anlatıyor.
Normalde baktığınız zaman yaşam ölümden doğuma doğru gider ancak biz ters bir işleyişi anlattığımız için mankenlerimiz de podyumda ters yürüdüler.
Yaşamın Şifresi’nde ne tür parçalar öne çıkıyor?
Son koleksiyonumuzda kolye ve kolye uçları ön planda. Bunun dışında küpe ve yüzük olarak toplamda 4-5 tane ana öğemiz var. Bu ana öğelerin de varyasyonları var. Mesela iki çeşit küpemiz var. Kolyelerde de yine bu sezon ön plana çıkan tasma kolyelerin DNA sarmallarından yapılmış çeşitleri var. Kolye uçlarımız da yine iki türlü.
Koleksiyonda ana maddemiz gümüş olmasına rağmen aralarda renkli taşlar kullandık. Siyah, beyaz,turuncu, mavi ve yeşil öne çıkan renkler. Bunun dışında Yaşamın Şifresi’nde dikkat çeken bir diğer öğe Swarovski’nin ilk defa bize özel olarak ürettiği pırlanta kesimli taşlar.
Baktığınız zaman taşlarda pırlanta kesimi bütün güzelliğiyle dikkatinizi çekiyor.
Yaptığımız ürünlerden çok fazla üretmiyoruz ve her ürünün farklı bir ismi ve kendinize özgü bir hikayesi var. Bunun dışında DNA kodlarından yapılan koleksiyonumuz rahatlıkla erkekler tarafından da takılabilir. Kendi kişisel yaşamımda nasıl yemeği sossuz seviyorsam, nasıl giyimim sizin de fark ettiğiniz gibi sadeyse koleksiyonumun da net olmasını istedim.
Yaşamın Şifresi isimli koleksiyonuma baktığınız zaman kafa karıştıracak tek bir unsur göremezsiniz.
Kişiye özel tasarımlar yapıyor musunuz?
Elbette. Onun için müşterilerim de var. Deniz Kaprol’e gelip nasıl bir şey istediğini, hikayelerini anlatan insanlara onların istedikleri gibi takılar tasarlıyorum.
Talep geldiği zaman da gelin ve damatlara özel takılar tasarladığımız da oluyor. Önceliğim kim olduğunu ayırtmadan kişilerin kafalarındaki takıları.
Size Türkiye`de takı en çok kime yakışıyor?
Kadınlarda kesinlikle Hülya Avşar. En sıradan takıyı bile milyon dolarlık mücevher olarak göstermeyi başarabilen Avşar, zaten takıyla da çok ilgili. Erkekler de ise Can Bonomo bu işi çok yapıyor. Pek çok takıyı aynı anda kullanan Bonomo buna rağmen maskülen çizgisinin dışına çıkmıyor. Sıradışı tarzını aksesuarlarla çok iyi harmanlıyor.
2013-14 dönemi için kafanızda şimdiden bir koleksiyon fikri var mı yoksa onu da sorarak mı bulacaksınız?
Yok ben galiba yine kendime sorular sorup cevaplarını bularak bir koleksiyon hazırlayacağım. Tabii ki trendleri takip ediyoruz ancak biz yine D.Kaprol olarak trendlerin etkisinden arınarak içimize sinen bir koleksiyon hazırlayacağız ve takı dünyasını etkileyeceğiz.
Fiyatlarınız hakkında bizi bilgilendirir misiniz?
Yeni koleksiyonumuz 500 TL’den başlıyor ve 1.000 TL’ye kadar devam ediyor…
Takı dünyası ve son koleksiyonu üzerine gerçekleştirdiğimiz bu keyifli sohbet için Deniz Kaprol`e çok teşekkür ediyoruz. Yaşamın Şifresi koleksiyonunda öne çıkan parçaları fotogaleriye tıklayarak inceleyebilirsiniz.