Bazen her şey sosyal medyada gözümüze çarpan o mükemmel sabah rutinleriyle başlıyor. Keten nevresimler, seramik bir kupada bitki çayı, kitap eşliğinde meditasyon. Ve bütün bunların altına yazılan “slow living” etiketi…
Yavaş yaşamak mı, yavaş yaşadığını göstermek mi?
Evet, slow living, yani yavaş yaşam kulağa huzur gibi geliyor. Ama gerçekten öyle mi? Yoksa bu da başka bir “FOMO”, başka bir modern mükemmellik tuzağı mı?
Dijital çağda gerçekten yavaşlamak mümkün mü?

Sabah mail’lere cevap ver, gün içinde Zoom toplantılarına gir, akşam içerik üret… Ardından da “akışta kal” mottosuyla günlüğünü yaz, nefes egzersizi yap, doğaya çık. “Yavaşlamak” bile bir to-do list maddesine dönüşmüş durumda.
Yani aslında slow living de zamanla bir üretkenlik biçimine dönüştü. “Bugün ne kadar yavaşlayabildim?” sorusu bile kendi içinde performans baskısı yaratabiliyor.
Minimalizm romantize mi ediliyor?

Slow living felsefesi aslında “azla yetinmek”, “an’da kalmak” ve doğaya dönmek gibi sade ama güçlü mesajlar içeriyor. Ancak bu sade hayat bazen fazlasıyla yüksek bir yaşam standardı gerektiriyor.
Bu yaşam şeklinin özü, dışarıya gösterilecek bir “estetik konsept” değil. Kendinize ait zamanın kıymetini bilmekle, koşmadan da ilerleyebilmeyi öğrenmekle ilgilidir. Bazen hiçbir şey yapmamak, o anı dolu dolu yaşamak en üretken davranış olabilir.
İlginizi çekebilecek bir diğer yazı >>>>> Spiritüel temizlik için deneyebileceğiniz günlük ritüeller
Kapak: @hannahschonberg