- Tiyatro oyunculuğuna nasıl başladınız? İlk deneyiminiz size neler hissettirdiğini hatırlıyor musunuz?
Ne muhteşem bir şey ki çocukluğuma dayanıyor. 🙂 Ben tiyatro camiasının içinde büyüdüm. Babam Tiyatro Tiyatro Dergisi’nin sahibiydi. Her gün her saniye etrafımda tiyatro konuşuluyor, galalara gidiliyor, provalar izleniyor, uzun yemek masalarında, kulislerde müthiş sohbetler ediliyordu. Önümde arkamda sağımda solumda usta oyuncular vardı hep. Hiç unutmam ilk izlemeye gittiğim çocuk oyununda sahnedeki oyuncuları izlerken, gözlerim faltaşı gibi kocaman açılmış, kalbim sanki dışarı fırlamak istiyormuş gibi, şaşkınlık, heyecan, merak, hayranlık ve keşfetme tutkusuyla sarmalanmış bir haldeydim.
Büyülenmiştim ve orada o küçücük aklımla “evet ben oyuncu olacağım” kararını vermiştim. Bir çocuğun en sevdiği şey de oyun oynamak değil mi zaten? Hayattaki en basit denklem işte. O yüzden hep söylerim; ben oyunculuktan başka bir şey bilmem 🙂 İçinde büyüdüğüm çevre itibariyle de aksini düşünmek hata olurdu zaten. İçimdeki küçük kızın oyun oynama isteği hiç bitmedi, bitmez de…
İlk oyunculuk denemem, ilkokul 5.sınıfta çok kıymetli hocam rahmetli Enis Fosforoğlu’nun tiyatro kursunun sene sonunda sergilediğimiz oyunuyla oldu. Olmak istediğim yerdeydim ve hiç yabancısı değildim, güvenli bölgede olmak gibi bir şeydi benim için.
- Oyunculuk eğitiminiz hakkında bize biraz bilgi verebilir misiniz? Hangi okullarda eğitim aldınız, nasıl bir yol izlediniz?
Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Oyunculuk bölümü mezunuyum. Okulda da, okuldan sonra da yerli ve yabancı çok kıymetli eğitmenlerle çalıştım, atölyelere katıldım. Her biri birbirinden farklı yaklaşımlar ve oyunculuk teknikleriyle sürekli kendimi yeniledim, hala da yenilemeye devam ediyorum. Oyunculuk, hiç bitmeyecek sonsuz bir alan…ve cezbeden kısmı da bu.
- İngiltere’ye taşınma kararınızın ardında ne gibi sebepler vardı?
En büyük sebep aidiyet ve özgürlük duygusu. Yozlaşma, cehalet, çürüme, emek sömürüsü, benmerkezcilik, sevgisizlik, her anlamda ötekileştirme, popülistlik… oturup daha bir sürü sıralayabileceğim sebeplerin sonucunda bulunduğum yere ait olamama hissi. Mutsuzluk ve mutluluğu bir daha bulamayacak olmanın korkusu. Ve en acısı, heba ettiğim onca yılın hayal kırıklığıyla bir gidiş…
- İngiltere’deki sanat camiası hakkında neler söyleyebilirsiniz?
İngiltere dünyanın her yerinden gelen, yaratıcı ruha sahip olanları yüzyıllardır mıknatıs gibi çeken bir yer. Multi-kültürel bir yapıya sahip, dolayısıyla bu kültürel zenginlik yaratıcılığı çok besliyor. Kendine ait bir ritme sahip sanat camiası. Büyük bir rekabet ortamı var. Ama bu rekabetin getirdiği dinamik, tutkulu ve yaratıcı bir ortam var. Her zaman değişimin ve gelişimin peşinde.
- Ne tür rolleri canlandırmayı tercih ediyorsunuz? Kendinizi hangi karakterlere daha yakın hissediyorsunuz?
Açıkçası her şeyi oynamak istemem. Arkasında durmadığım, inanmadığım, herhangi bir ideolojiyi besleyecek, bir sembol olarak kullanılacağım hiçbir karakteri canlandırmam. Bunu da asla bir kayıp olarak görmem. Dolayısıyla hangi karakterlere yakın hissediyorsunuz sorusundan ziyade önce bunlara bakarım. Hikayenin, rolün bana dokunması, beni dönüştürmesi, iyileştirmesi lazım.
- Avatar’da Neytiri’nin seslendirmesinde bulunmanız gibi büyük prodüksiyonlarda yer almanız nasıl bir deneyimlerdi?
Elbette gerek sesle gerek bedenimle içinde var olduğum her bir proje biricik ve özel. Ben her zaman sürecin içinde ve sonunda neler öğrendiğime bakarım. Yani mesela 20 yıl sonraki oyuncu Ezgi’yi çok kıskanıyorum. Kimbilir neler öğrenmiş olacak 🙂
- Sanat camiasında kendinize örnek aldığınız biri var mı?
Her birey kendine özel. Kimseyi kıyaslamam. Benim için önemli olan, yaratıcılık gerektiren bir işte, birbirlerinin egosunu okşayan kişilerle çalışmamak. Dolayısıyla örnek aldığım demeyelim de hayranlık duyduğum ya da birlikte çalışmak istediğim çok değerli oyuncular, yönetmenler, senaristler var. İyi ki de varlar ! Ama sanırım isimden çok, anlatılmak istenen, hayal edilen işler beni etkiliyor.
- Yakın zamanda yer alacağınız ve sizi heyecanlandıran bir proje var mı?
Şu an görüşmelerini yaptığım bir proje var. Olursa çok tatlı olur. Bakalım hayat 🙂 Onun dışında heyecanlandıran ama öncesinde sıraya konulması gereken bir takım hayata geçmeyi bekleyen projeler var 🙂 Umarım tez vakitte sizlerle paylaşırım.
- Oyunculuk kariyerine başlamak isteyenlere ne önerirsiniz?
Zorlu ve mücadele gerektiren bir yol oyunculuk. Öncelikle bunu kaldırabilecek güç ve sabır; kendilerinde onu tartıp biçmelerini tavsiye ederim. Ve en önemlisi oyuncu mu yoksa en basitinden ünlü mü olmak istediklerini kendilerine dürüstçe sormalarını. Malum ipin ucu kaçmış durumda ülkemizde 🙂 Oyunculuk bir meslek. Yani doktor gibi, öğretmen, mühendis gibi normal bir meslek. Normal bir şeyin anormal gibi sunulmasını çok garip buluyorum. Dolayısıyla ikisi arasındaki o kocaman farkı göremeyen kişiye oyuncu olmasını önermem.
- Hangi oyun veya filmde yer almanız sizin için en unutulmaz deneyim oldu ve neden?
Yukarda da bahsettiğim gibi içinde yer aldığım her proje benim için özeldi. Ama illa ki bir proje adı vermem gerekirse ilk sinema deneyimim olan sevgili Çağan Irmak’ın yönettiği Dedemin İnsanları diyebilirim. 1923’te Girit’ten bir Ege kasabasına göçenlerin hikayesiydi. Benim baba tarafım da Girit göçmeni. İlk filmimin aileme ufak bir hediye gibi olması benim için işin manevi kısmıydı. Ve öyle bir setti ki, Çağan’dan oyunculara, kostümcüsünden ışıkçısına tüm set birbirimize hayrandık. Dileğim, böyle şefkatli bir ekip hep karşıma çıksın.
- İngiltere’deki ve Türkiye’deki tiyatro sahneleri arasında ne gibi farklar görüyorsunuz?
Çok fark görüyorum. Çünkü ülkemizde sanata ihtiyaç olarak bakılmıyor. Oysa ki sanat iyi bir toplum için, var olması gereken bir ihtiyaçtır. İngiltere ya da Avrupa’da bu böyledir. Sürekli gelişen bir ihtiyaçtır, üretim çoktur, sanatçı çoktur, sanatın yapıldığı yerler, mekanlar çoktur, alternatif çoktur. Dolayısıyla bol yaratıcılık söz konusu ve bu otomatik olarak da kaliteyi getiriyor. Sendika vardır, haklarınız vardır, emeğinizin karşılığı vardır. Yani kimse çıkıp ta “Şu oyunu yasaklıyorum” , “Tiyatroyu kaldırıyorum” diyemez. Düşünsenize şimdi burada biri çıkıp “Artık Türkiye’de tiyatro yapmak yasak” dese kaç kişi çıkar ki sokaklara tiyatro için, sanat için? O yüzden ülkemizde ayakta kalmaya çalışan, durmadan yılmadan üretmeye çalışan tiyatro topluluklarının önünde saygıyla eğilmemiz gerektiğini, onlara sıkı sıkı sarılmamız gerektiğini düşünüyorum. Onlar bu ülkenin en güzel insanları…
- Sosyal medya ve dijital platformlar, sanatınızı ifade etme ve izleyiciyle bağlantı kurma şeklinizi nasıl etkiliyor?
Bilgi, iletişim ve teknoloji çağındayız artık. Her şey değişiyor, insan değişiyor. Sanat ta şekil değiştiriyor. Elbette teknolojinin olanaklarından sanat da yararlanıyor. Çok çabuk uyumlanıyoruz. Bu yadsınamaz. Mesela sosyal medyayı ben dengeli kullanma taraftarıyım. Hani bahsettiğim ünlü olmakla oyuncu olmak arasındaki farktan bakarsak; takipçi sayısı, popülarite ve benzeri parametrelerin içinde boğularak mesleğimi yapmaktansa, sosyal medyayı ya da dijital dünyayı mesleğime nasıl adapte edebilirim, birbirine nasıl uyumlayabilirim, teknolojinin olanaklarından faydalanarak ne yaratılabilir, bunlara kafa yormayı tercih ediyorum. Artık dijital çağın içine doğuluyor. Yeniliklere ayak uydurmamız gerek, yoksa ilerlemek çok zor. Sadece onu nasıl kullandığımız, hangi amaca yönelik kullandığımız önem taşıyor diye düşünüyorum. Dijital platformların atağa geçmesi iyi bir şey. Çünkü televizyonda malesef belirli bir çerçeve içinde olma zorunluluğunuz oluyor ve reyting kaygısı her şeyi belirliyor. Oysa ki dijital platformlarda böyle kaygılar yaşanmadığı için ortaya daha özgürlükçü, daha yaratıcı ve daha kaliteli işler çıkıyor. Seyirci için de oyuncu, yönetmen, senarist, yapımcı için de alternatif çoğalıyor ve bu herkes için çok avantajlı bir duruma dönüşüyor.
- Oyunculuk kariyerinizde karşılaştığınız en büyük zorluklar nelerdi? Bu zorlukların üstesinden nasıl geldiniz?
Güzel sanatları kazandığım gün, benden önce okulu kazanmış çok yakın bir dostum “bu yolda çok kan, ter, gözyaşı var. Hazır mısın?” demişti. Bu zorlu ve mücadeleli yola ne şanslıyım ki çocukluğumdan beri hazırdım. Hep gelgitler oluyor. Bir hedef var, oraya yaklaşmaya çalışıyorsunuz, yaklaştığınız an o hedef daha da uzağa gidiyor. Yol bitmiyor. Böyle durumlarda hep niçin oyunculuk yaptığımı düşünüyorum. Ve her seferinde hatırlayıp ona daha da çok bağlanıp yola devam ediyorum. Beni insanlaştıran bir mesleğim var ve bu benim yaşama tutunma sebebim.