kulağa çalındığında sanki asırlar öncesinden bir yolculuğa çıkılmış hissi veriyor kartpostal; geniş düzlüklerden, göl kenarlarından, bulutlara saklanan dağların arasından geçilerek yapılan tren yolculuğunun totemi gibi. ilk kez 1840’ta fulham, londra’dan yazar theodore hook’a gönderildiğinden beri kartpostal postanelerle posta kutularına, kelimelerle romanlara, melodilerle şarkılara, boyalardan resimlere taşındı; ellerden çekmecelere, hafızalardan duvarlara, hatıralardan sohbetlere, sözlerden zamana saklandı. bir insandan diğerine, mekanlar ve zamanlar arasında hikayeler taşıdı. hayali kurulan, yaşanan, unutulması istenmeyen -unutmak berbat bir şey-; resme-çizgiye-fotoğrafa dökülmüş hikayeler. ne de olsa o resmin-çizginin-fotoğrafın da bir hikayesi vardı. b yüzüne ise kelimeler saçıldı; el kadar bir alanda ne anlatılabilirse işte, o kadar anlatılırdı. resim-çizgi-fotoğraf ve kelimeler seni bir yolculuğa çıkarırdı; gönderenden alana. gönderenin hikayesi ayrı, alanın hikayesi ayrıydı; kartpostalınki ise apayrı.
şimdi size bir kartpostal hikayesi anlatacağım…
amacı her ülkenin her bölgesinden en az bir kişiye türkiye’den bir kartpostal ulaştırmak, aynı zamanda onlardan da bir tane almak. başladığı ilk günden beri aldığı ve yolladığı her kartpostalı gönderenin ve alıcısının ismiyle birlikte şehir ve ülke belirterek fotoğraflayıp paylaşıyor. büyük bir arşiv. zira şimdiye kadar elliden fazla ülkeye, iki yüz elliden fazla kişiye ulaşmış; malezya, avustralya, amerika, tayvan, izlanda, fiji, portekiz… dünya kürenizi döndürün, gözünüzü kapayın ve parmağınızı bir yere koyun. hah, işte tam orası. kartpostal yollayacağı kişilere instagram üzerinden tek tek mesaj yoluyla ulaşıyor; bazıları mesajları bile görmüyor. postada kaybolan kartpostalları tekrar yazıp gönderiyor, ki bu sık sık oluyor. burada önemli olanın irtibatı koparmamak olduğunu söylüyor gizem. bu ciddi bir zaman demek.
projenin kahramanı kartpostalları gizem bizzat tasarlıyor. proje kapsamında göndereceği kartpostalları seçerken her geçen gün zorlanması ve beğenisine uygun bir parça bulamaması onu kendi kartlarını tasarlamaya itmiş. her türlü görsel ve işitsel veriden beslendiği ‘dalgalı’ üretim sürecinde bilinmeyenlerden, rüyalardan, sinemadan, edebiyattan ve müzikten besleniyor. çoğunlukla suluboya ve keçeli kalem kullanıyor. dünyaya göndermek için tasarladığı kartpostallar ilgi görmeye ve talep edilmeye başladığında ise projeye satış ayağı da eklemiş. bu sayede insanların yıllar sonra yeniden kartpostal göndermesine de aracı olmuş.
gizem en çok yerel kültürü yansıtan fotoğrafların olduğu kartpostalları seviyor; şehir silüetlerindense içinde antropolojik, sosyolojik veya arkeolojik ögeler barındıranları görünce heyecanlanıyor. aldığında ilk önce ön yüzüne bakıp nereden geldiğini tahmin etmeye çalışıyor. hikayeyle oyun oynamayı seviyor…
*
gizem’in ve postcards & beyond’un hikayesi burada bitmiyor. kartpostal gönderenden alıcıya hikayeler taşıdıkça anlatılmaya devam edilecek bir hikaye bu. çünkü her insan nefes aldıkça bir hikaye yazıyor ve her kartpostal kendi hikayesini taşıyor.